29 Ekim 2014 Çarşamba

Unutursam Fısılda...

Bugün vizyona giren film hakkında bir şeyler karalamak geldi içimden..

Evet yine Çağan Irmak.. Yine Ege... Yine içinize işleyen sahneler...


"Bu adam bu işi biliyor diyorsunuz" filmden çıkarken. Başrollerden biri de Çağan Irmak.


Farah Zeynep'e diyecek çok bir şey bulamıyor insan. Hem çok güzel bulduğum hem artık gerçekten çok iyi iş çıkarıyor diyebildiğim nadir başrol kadınlardan..

Nostalji, aşk, hırs, tutku, kardeşlik konularının naif bir şekilde işlendiğini söyleyebilirim.

Hümeyranın da önünde saygıyla eğilirim efenim.

Gidiniz, izleyiniz azizim. Güzel 2 saat geçireceğinizin garantisini verebilirim.

He bir de filmi kiminle izlediğiniz de önemlidir, benim için önemli en azından. Çocukluk arkadaşım, arkadaştan ötem eşlik etti bugün bana. O sebeple daha bir keyifli oldu benim için. Güzel insanlar, güzel şeyler yaparlar. Güzel insanlar almayı ihmal etmeyin yanınıza :)

28 Nisan 2014 Pazartesi

Tatlı bir kaçamak.. Bozcaada :)

Merhabalar Efendim,

Sevgili ve ben kadar gezmeyi çok seven eşimle kaçamaklarımıza bir yenisini daha ekledik.
Malumunuz 23 Nisan resmi tatili geçtiğimiz Çarşamba günüydü. Perşembe ve Cumayı da yıllık izinlerimizle bağlayınca hiç unutmayacağım ve tekrarını hemen isteyeceğim çok güzel bir tatil yaptık.

Bilenler bilir Ada düşkünlüğümü. Büyükada aşığı ben bu defa bir değişiklik yapıp Bozcaada için kurguladım bu tatili. İnternetten araştırırken özellikle adanın merkezinde olmasını ve adanın ruhunu yansıtan bir yerde kalmayı amaçladım. Keyifli bir yolculuğun ardından Bozcaadaya adım attık. Daha feribottan iner inmez insanın içini saran bir sıcaklığı var adanın. Amacımız kalacağımız yere gidip yerleşip hemen ada sokaklarına atmaktı kendimizi ki öyle de yaptık.


Bozcaada'da eviniz olduğunu düşünün işte orası Aliki Konuk Evi. Ersin Bey yer arama zahmetine girmemize fırsat vermeden sokağın başında güler yüzüyle karşıladı bizi. Sokak adanın en güzel sokağı, ev adanın en güzel evi. Tabi bütün bunlar Ersin Bey, Liz ve Alice ile birlikte olunca daha da güzel oluyor. Kendi evimizdeymişiz gibi geçirdik iki günü. Ersin ve Liz çiftinin içtenliği ,canayakınlığı ve arkadaşlıkları anlatılmaz. Bozcaada'da kesinlikle tek tavsiyem Aliki'dir.

Bu arada 5 yıldızlı otellerin yavan rahatlığına alışmış olanlar buraya gitmesinler. Hem kendilerini hem de Aliki'nin ev sahiplerini üzmemiş olurlar. Mesela sabah kahvaltısında 30 çeşit ürün görmediği için üzüleceklere uygun bir yer değil ne Aliki, ne de Bozcaada.

Renkli pencereler, kapılar, sokaklar… Kaç defa dolaştık aynı sokaklarda inanın bilmiyorum ama her defasında ilk kez geçiyormuşum gibi alamadım gözlerimi. Dönüp dolaşıp Çınar altında soluklandık. Müze mutlaka gezilmesi gereken hatta ilk gidilmesi gereken yerlerden.

Çiçek pastanesinden bahsetmeden olmaz tabi. Dönerken bizde feribot bekleyen her tatilci gibi ellerimizde çiçek pastanesi paketleriyle çınar altında bekliyor bulduk kendimizi.

İlk akşamımızda Adanın merkezinde ara sokaklarda yer alan renkli mi renkli restaurantlardan biri olan Sandal’da yedik yemeğimizi. Eşimde bende bir sürü tatili mekanı gördük amma velakin böyle şeker, böyle güven dolu esnaf görmedik efendim. Sandal’ın menüsü Liz’in güzel ellerinden çıkmış birde.

Bizim tek olumsuz değerlendirdiğimiz durum, İstanbuldaki adalara kıyasla araç olmasıydı adada. Biraz ada görüntüsünü zedeleyen bir durum. Ama zamanla araçları görmez oluyorsunuz zaten.

İlgi, alaka, hoş görü, sıcaklık hepsi ada aşkımla birleşince tadına doyamadığım güzel bir kaçamak oldu.
Herkese tavsiye ediyorum.

Gidin mutlaka, kalın Aliki’de. Çiçek’te damla sakızlı muhallebi ve bademli kurabiyenin tadına bakın. Müzeyi atlamayın aman ha. Rüzgar güllerine gidin. Çınar altında oturun uzun uzun, geleni geçeni seyredin.

Ama mutlaka gidin..









8 Nisan 2014 Salı

Bir Albüm Tavsiyesi :)


Çok fazla yeni çıkan pop şarkıcılarını takip etmesem de ( hepsi birbirine benziyor gibi) bu albüm çok dinlenesi geldi. Özellikle de Ayy ve Her Aşk Bir Gün Biter şarkıları şu günlerde bağımlılık yaptı bende. Ayrıca Ayy şarkısının klibini de çok eğlenceli bulduğumu söylemeden geçemeyeceğim :) 

Önceden Çok Güzel Hareketler Bunlar' da performans sergileyen ve şu günlerde 3+1 programında yoluna devam eden Oğuzhan Koç'un albümünden bahsetmekteyim. Oğuzhan Koç'u bilen herkes zaten müzikle uğraştığını da biliyordur.

Her şarkıyı Oğuzhan Koç’un besteleyip yine sözlerini de kendi yazdığı albüm 10 şarkıdan oluşuyor. Albümden önce "Giden Günlerim Oldu" ve "Gül ki Sevgilim" şarkılarıyla da dikkatimi çeken Oğuzhan Koç' un bu albümü de gayet güzel.


İyi dinlemeler :)

7 Nisan 2014 Pazartesi

Şuanda ne okuyorum? / Ahmet Ümit- Bab-ı Esrar


Evet ,  Ayşe Kulin’in öyküler içeren Foto Sabah Resimleri isimli kitabının hemen ardından yine çok sevdiğim bir adam’ın kitabını okumaya geçtim. Ahmet Ümit. Çok erken sokmadım Ümit’i hayatıma. Ama neredeyse birkaç kitabı hariç hepsini okudum eserlerinin.

Herhalde birçok kişi gibi ben de bu kitabı Elif Şafak'ın Aşk isimli kitabından sonra okuma fırsatı buldum.  Elif Şafak'ın bir Ahmet Ümit seviyesine gelebilmesi için en az 40 fırın ekmek yemesi lazım. Tabi.. Aşk’ı okuyalı epey zaman oldu esasında , Mevlana - Şems ilişkisine ve yaşanan olaylara ilişkin genel bir tablo canlanmıştı gözümde. Bu kitapla daha da netleşecek gibi görünüyor…

Kitabı okuyun, okutunuz efendim; gayet de güzel bir eser ortaya çıktığından eminim; kendisini de hızlı okutuyor, göz açıp kapayana kadar yarılıyorsunuz  kısa ancak çok bölümden oluşan anlatımı temponun hiç düşmemesini sağlıyor. Eğer kitabın sonunda bu konuda daha da fazla eser okumak isterseniz onların da bir listesi var; daha derin okuma yapmak isteyenler de böylelikle unutulmamış.

Kitabı özetleyecek olursam ;

Bir sigorta şirketinde çalışan Karen Kimya, bir otel yangınını araştırmak için yıllar sonra Konya'ya gelir. Bu Karen için farklı bir yolculuk olacaktır çünkü babası eskiden Konya'da yaşamış bir sufidir. Daha sonra Karen'in annesine aşık olacak, ilahi arayışını bir kenara bırakıp Londra'ya gidecektir. "Kimya" ikinci adını da, Şems'in karısından esinlenen babası vermiştir zaten. Fakat Karen 10 yaşlarındayken babası "İlahi arayış"'ına daha fazla kayıtsız kalamamış ve bu "aşk" için evi terketmiş, Karen ve annesini Londra' da yalnız bırakmıştır. Karen'in babasına olan kızgınlığı bu yolculuğu çok daha ilginç kılmaktadır. Zira Konya' nın herhangi bir sokağı, gördüğü bir cami ya da duyduğu bir söz kolayca babasını hatırlatmaktadır.

Ancak bu yolculuğu ilginç kılan sadece babası ile olan anıları değildir. Aynı zamanda otel yangınının gerçekleri ve karşısına çıkan gizemli bir adam da tüm yolculuğa büyük bir esrar katmıştır. Karen şimdi bir yandan yangın için raporunu yazmaya çalışırken, bir yandan da babasını daha iyi anlamanın derdindedir. Tüm bunların yanı sıra karşısına olur olmaz yerlerde çıkan gizemli adamın kim olduğunu da çözmeye çalışmaktadır.

Gönül rahatlığı ile tavsiye ediyorum J

4 Nisan 2014 Cuma

Dost olabilmek..Dost kalabilmek


Bizim kuşağımızla mı ilgilidir bilinmez karşılaştırma ve kompleks hastalığı yaşıyor günümüz insanları.

Benden daha iyi durumlarda olsun dediğin en özel anlarında yanı başında olduğun arkadaşından sonra bir ““unuttum” ile karşılamamak için daha mı kontrollü olmak gerekiyor acaba?

Zaafları yüzünden arkadaşlığına sahip çıkamayan,savunamayan hatta belki bilerek ve isteyerek seni hayatından uzak tutmaya çalışan.. Daha önce onu kıran insanların bile senden daha kıymetli olduğunu görmen. Ama hiç sesini çıkarmaman ,ara ara sadece üstü kapalı uyarman. Üstelik kaybetme korkusu yüzünden değil, bardağın yılların hatırına damla damla dolmasından…

Ya da her şeyini açık açık paylaştığın her anında yanında tuttuğun arkadaşından günün birin de” ama sen böyleyken bu kadar güzel şeyler yaşıyorsun, ben şöyle şöyleyim neden bu durumdayım” diye içini kusmasını görmemek için ne yapmalı?

Sanırım bazen duymamanın, görmemenin sağırlığını devreye sokmak lazım. Ben yapabiliyorum bunu evet yapabiliyorum. Affetmeyi öğreniyorum.

Gerçek anlamda ki dostlar arasında menfaate yer olmamalı. Geçici kırılma anlarını sürekli hâle getirmemenin tek çaresi yine dostluktan geçiyor. Öyle anlar geliyor ki insan kendine kızıyor kendine kırılıyor. “Dostum artık o arkadaştan ötem “dediğin insana kırılmamak darılmamak zor olsa gerek.


Şükrediyorum ki birlikte büyüdüğüm, ve hayatıma geçte olsa aldığım evet artık arkadaştan öte dediğim insanlar az ama öz insanlar var yanımda. Zamanla elediklerim oldu elbet ama bana kalanlara çok mutluyum. Velhasıl kelam dost olabilmek önemli ama daha mühim olan dost kalabilmek.

Dostlarınızla hep aynı konumda kalmanızı ister, mutlu hafta sonları dilerim :):)



24 Mart 2014 Pazartesi

Dukan Diyeti kurtarıcım olabilir.

Merhabalar efendim,

Yine bir pazartesi klasiği olarak diyete başlamış bulunmaktayım.

Daha önce kısa bir süre denediğim fakat  o zaman ki şartlarda çabuk sıkılıp bıraktığım dukan diyetine tutundum bu defa. 20 kilo gibi bir hedefim var. Dukan amca her ne kadar 16 kilonun yeterli olacağını söylese de. Atak gün sayım 6. Sonrasında seyir 112 , güçlendirme 162. Temmuz ayına 16 kilo vermiş olarak girmem gerekiyor. Bir süredir devam eden klasik diyetim beni sıkmaya başladı ve motivasyonumu düşürdü açıkcası.

Çok sağlıklı olduğunu düşünmesem de, yakın çevremde Dukan ile zayıflamış ve sağlığında hiç bir olumsuzluk olmamış insanlarda olduğu için gözüm kapalı başladım bugün.

Dukan diyeti kurtarıcım olabilir dedim başlıkta, sanmayın ki sadece deneyeceğim. Çok kararlı çok azimliyim.
Hiç bir zaman şişman kategorisinde olmadım ama hiç zayıf kategorisinde de olamadım. Hoş zaten dukan amca bile önerdiği kiloyla çokta zayıf olmamam gerektiğini söylüyor :)

Şans dileyin bana azizim.



20 Mart 2014 Perşembe

Çemberimde Gül Oya...






Bu sıralar karı-koca birlikte izlediğimiz tek Türk dizisi. Çemberimde Gül Oya.. Bilmeyeniniz yoktur. 2004’te yayınlanan bu diziyi o dönemde 4 ya da 5 bölüm izlemişimdir. Eski dizilere ve eskiye olan merakımdandır arşivlemiştim tüm bölümlerini. Kısmet bugüneymiş. Yarısından fazlasını izledik bile..




Çağan Irmak yapmış yapacağını diyorsunuz her bölümü izlerken. 12 Eylül 1980 öncesi Türkiye’sinde yaşananları görmek, Mehmet ve Yurdanur’un aşkına iç geçirmek, yaprak dökümü dizisine de ev sahipliği yapmış o güzel konağın bir ferdi gibi hissetmek bu aralar bana en iyi gelen şeylerden…


Çok dizi seven, her diziyi izleyenlerden değilim. Bir sezonda izlediğim dizi maksimum 2 tane oluyor.Ama dizi olarak değil de uzun bir sinema filmi olarak gördüğüm hatta sanki gerçekmişçesine kaptırıp gittiğim ; Asmalı Konak, Hatırla Sevgili, Gülbeyaz.. Son senelerde eklenen Aşk-ı Memnu ve Merhameti de atlamam mümkün değil. Sanki karakterler çok yakınım, sanki izleyici değil de içindeymişim gibi hissettiren bu yapıtlar hem arşivimde kalacak ve ben hep izlemek isteyeceğim biliyorum.

Çemberimde Gül Oya ‘ da kurgusu, görüntüler ve oyunculuklarla şaheser olmuş bir dönem dizisi kuşkusuz.


19 Mart 2014 Çarşamba

Hayır, Hoş gelmedin grip !

Sık sık grip olan bünyemin artık bu virüse alışmış olması lazım gelirken, hala kamyon çarpmış gibi yamulmam içler acısı.. Bayadır yoktun nerelerdeydin dedim kendini gösterir göstermez.

Boğaz gıcıklanması, burun ve kulak kaşıntısı, gözlerde küçülme ve yanma, dişlerde sızı ve  bir de illet sinüzit.. O baş ağrısı ah o baş ağrısı.

Kendimi vitamin ilaçlarına verdim. Faydalı hiç bir şey yeyip içemediğim için çare ilaçlar :)


Şuan evde iki seksen uzanmış uyuyor olmam gerekirken masa başında , aday araması, mülakat gibi bir yığın işle uğraşıyorum. Umarım bir adaya bile bulaştırmamışımdır :)

Mevsim geçişi yaşıyoruz o sebeple herkes kendine dikkat etsin derim. .

Sağlıcakla kalın azizim..

17 Mart 2014 Pazartesi

Pazartesi Sendromu Yükleniyor .............. :)

Şehirli bizler, yıllardır pazar akşamı başlayan, tatsız ve oldukça rahatsız edici bir stres türü ile boğuşmaktayız. Uzmanlar, buna 'Pazartesi Sendromu' diyorlar. Üstelik, yapılan araştırmalar, en profesyonel insanların bile bu sendromu yaşadığını gösteriyor. Yani bunu herkes yaşıyor.

Peki sorun nerede ?
Her şeyden önce bu sorunun cevabını bulmak için, pazartesi günleri kendimizi neden iyi hissetmediğimizin arkasındaki gerçekleri araştırmamız gerekiyor. Sorun belki de haftanın günlerin de değil de, yaptığımız işten, iç dünyamızdan kaynaklanıyor olabilir.



Gerçi şöyle bir gerçekte var, okula giderken de Pazar günlerinden başlayan bir iç sıkıntısı , uykuların kaçması daha doğrusu uyumamak için gösterilen üstün bir direnç. Bunu sadece iş ile sınırlandıramayız gibi de geliyor. Çünkü çok iyi hatırlıyorum ki, çalışmadığım dönemlerde bile Pazar günlerini hiç sevmedim. Yine altında yatan ertesi günün iş günü olması ve herkesin işe gidecek olmasıydı belki de. Çalışırken de sendrom, çalışmıyorken de sendrom anlayacağınız.






Malumunuz İnsan Kaynakları çalışanıyım ve konu ile ilgili birkaç önerim olacak çalışan, çalışmayan herkese. Faydasını göreceğinizi umuyorum.

En başta, yöneticinizle konuşup kendinizi daha fazla geliştirebileceğinize inandığınız bir departmana yönlendirilmenizi istemek geliyor. Eğer böyle bir imkanınız yoksa, radikal bir karar alarak işten ayrılmayı ve yeni dallara kanalize olmak yapılacak en akıllıca ve cesurca bir karar olacaktır.

Daha ılımlı önerilerimde olacak tabi ki.
Pazartesi günleri iş yerine , okula vs. en güzel giysilerinizle, kendinizi iyi hissedecek saç ve makyaj desteğiyle gidebilirsiniz. Ayrıca Pazartesi akşamlarınıza sosyal aktiviteler eklerseniz , işin eğlence kısmına odaklanacağınız için sendrom kısmını atlayabilirsiniz.


Hepinize bol eğlenceli, dinamik ve sendromsuz pazartesiler dilerim.


16 Mart 2014 Pazar

Bu hafta ne izledim : Zaman Makinesi 1973

Hayatta isteyebileceği her şeyi çalışmaksızın elde etmiş olan Tolga, gamsız bir hayat sürmektedir. Babası Ali Rıza ölünce, miras bıraktığı onca şeyden Tolga'ya kala kala bir Anadol STC 16 kalmıştır. Duruma anlam verememenin yanında epey de sinirlenmiştir. Ancak öfkeyle gaza bastığında birden havaya yükselir ve göğe çıkar. Bir plaja iniş yaptıktan sonra arabayı tamire götürür fakat insanlar giyiminden konuşmasına kadar yaptığı her şeyi garip karşılamaktadır. Tamir parası konusunda ustayla anlaşamaz. Usta bunun üzerine kendisine yanında çalışmayı teklif eder. Tolga'ya da her şey tuhaf gelmeye başlamıştır ki o sırada bir şey fark eder: Artık bulunduğu yılda değildir! 1973 yazına arabayla iniş yapmıştır. Yersiz yurtsuz ve parasız kalan Tolga'ya acıyan Çiko onunla ilgilenip onu kollamaya başlar. 1973 yılının nostaljisinin yaşamanın yanında Tolga, tanıdığı insanlarla ve yaşadıklarıyla o yaşına kadar almadığı bir hayat dersi de alacaktır. 

Evet dün izlediğim filmin özeti bu şekilde. Oyunculuklar, çekim fena değildi. Filmi ne çok beğendim ne de beğenmedim diyebilirim. Bilenler bilir eskiye olan merakımı. Hep o zamanlarda yaşasam keşke derim. Filmle birlikte gördüm ki cidden çok zor günümüz teknolojisi ve imkanlarına alışan bizler için o şartlarda yaşamak.

Retro her şeyi çok severim, saçlar, kıyafetler, ev eşyası.. Çok ayrı bir havası var o saçların, elbiselerin, gramofonların ve radyoların..






























Ama bizi içine almış olan teknolojinin tüm imkanları artık bağımlılık yapmış durumda. Bazen ne kadar fark etmesek de filmle birlikte gördüm ki şimdilere alışmış bizler mümkün değil o zamanlara ayak uyduramayız.

Her şeye rağmen yaşasın retro, yaşasın teknoloji :)

14 Mart 2014 Cuma

Paylaşılması geç kalmış yeni gelin evi cicileri...

Merhabalar,

Şu içimizi karartan günlerde bir nebzede olsa tatlı paylaşımlar yapmak istedi canım.

Yıl dönümümüz gelecek haziranda, ondandır paylaşılması geç kalınmış demem...

İçindeyken huzur dolu olduğum her bir köşesini çok sevdiğim evimden, bir kaç şey paylaşmak istiyorum.

Daha düğün olmadan hatta ev belli olmadan aldığım tablolarımın birini evidea.com diğerini markafoni'den satın aldım.




Tabloyla başladık öyle devam edelim, çok yeni sahip oldum koridorumu daha güzelleştiren Esse'den satına aldığım tablolarım..


Mutfağa geçmek istiyorum, kırmızının hakim olduğu bir mutfağım var. Puantiye aşkım annemden gelir, bir çok şeyde puantiye desene yer verdim. Runner İkea, kırmızı raf Evidea, puantiyeli demlik ve şekerlik markafoni, kavanoz kapaklarım ise  sevgili teyzemin ellerinden çıktı. 





 Salonda yer alan yemek masamın üzerini,Annemin ( Eşimin annesi ) ellerinden çıkan tel kırma ile yapılan örtü süslüyor.. Örtünün üzerindeki mumluklar ve mumlarda kuzenim ve eşinin ev hediyesi..


Asıl amacı kitaplığımın yer alması ve kitap okuyacağım oda mor renklere hakim ve en bi sevdiğim kitaplarım İkea'dan aldığımız kitaplıkta yerlerini alıyor.


Mutfağa geri dönecek olursam, buzdolabımın üzerini kaplayan magnetlerimi yine düğünden çok önce satın almıştım. Tabi tatil için gittiğimiz yerlerden eklenenler de oldu, daha olacak gibi görünüyor.


Mor odamda yer alan ünite raflarımdaki biblolar balayı tatilimizden, abajurlerden biri eşimin arkadaşının el emeği, mor olan diğeri yine ikea ürünü..



Mor düşkünü olduğum kadar mum düşkünü olduğum doğrudur :)



En sevdiğim köşelerden biri olan yine salondaki konsolumuzun üzerinde yer alan el emeği kutu Annemizden, telefon eskiye olan düşkünlüğümü bilen kocamdan, Gramofon da beni benden iyi tanıyan can dostum Betülümden...

Ayvalık tatilimizde aldığımız Cunda evlerine has ,pencere görünümlü sevimli anahtarlığımız :)



Yine eşimin ve artık benim de yakın arkadaşım olan Büşranın ev hediyesi kapı süsümüz. Annesinin marifetli ellerinden çıktı hemde :)



En en en sevdiğim köşem Ağaç sticker üzerinde yer alan eski , yeni , nişan, nikah ve düğün fotoğraflarımızın olduğu duvar...


Evimden, benden, bizden bir kaç şey sundun beğenilerinize. Her şeyden önemlisi sağlık, huzur.

Dilerim isteyen, bekleyen herkesin en huzurlusundan bir evi olur.

Şimdilik benden bu kadar, sağlıcakla kalın azizim :)))


10 Mart 2014 Pazartesi

Y Kuşağı Hakkında...

1925-1946 yılları arasında doğanlar “Gelenekseller”, 1946-1963 yılları arasında doğanlar “Baby Boomers”, 1963-1981 arasında doğanlar X Jenerasyonu olarak adlandırılmaktadır. Günümüz dünyasındaki iş gücünün yarıdan fazlasını tüm dünyada X jenerasyonu oluşturmaktadır. Bu biçimde adlandırılan segmentlerin tüketim, iletişim vb. konulardaki tercihleri ve çalışma yaşamı içindeki davranışları ile beklentileri birbirlerinden farklılaşmaktadır. Son olarak bu kategoriye 1981-2000 yılları arası doğumlular eklenmiştir. Y Jenerasyonu olarak adlandırılan bu grup adını İngilizce’deki WHY kelimesinden almıştır. Y jenerasyonuna sorgulayan yapılarından dolayı bu adın verildiği belirtilmektedir.

1981-2000 yılları arası doğanlardan oluşan Y Jenerasyonunun iş yaşamında ortaya çıkan en önemli değerleri, sosyal sorumluluk, özgüven, hedef odaklılık ve farklılıklara saygıdır. Teknoloji anlamında çalışma hayatındaki en okur yazar grup olan Y’ler, fark yaratmak, fark edilmekten hoşlanmakta, değişime açık, destekleyici tavırlar sergilemekte, işyerinde de her anlamda esneklik istemektedirler. Kıyafetten çalışma saatlerine, düşünce ve iş yapış tarzlarına kadar tercihlerinde değişiklik ve farklılık görülen Y jenerasyonuyla iletişim ve işbirliğinde en önemli nokta, takdir ve geribildirim olarak ortaya çıkmaktadır.




8 Mart 2014 Cumartesi

Süper süper süpeeeeer :)

Merhabalar efenim..


Bir önceki yazımda belirttiğim gibi bir düğün klibi çektik.

Fotoğraflarımızı çeken Ömer Yardımcıoğlu aynı zamanda bize klip çekme konusunda da yol açtı.


Nikah günümüz olan 9 Haziran'da öncesinde, nikah esnasında ve sonrasında hep "iyi ki yapmışız" diyeceğim ve her izlediğimde çok mutlu olduğum görüntüleri montajlayıp bize sundu.

Sabah erken saatlerde kuaförle başlayan çekim, öğlenden sonra nikah salonu ve nikah sonrasında Emirgan Korusunda devam edip orada da noktalandı.

En sevdiklerim ve ailemizle birlikte bir şeyler yapmaya çalıştık, fonda bir süre sonra dinlemekten bıktığımız Şans Meleğim şarkısıyla :)

Beğenilerinize sunarım :)